Die Wahhabiten/Salafiten beschimpfen die Propheten vor allem Muhammad Sallallahu Alayhi wa Sallam und sagen das er ein Kafir "Nicht-Muslim" vor seiner Offenbarung (Wahiy) des Qurans war. Das ist
eine LÜGE! Nach der Ahlus Sunnah wal Jamah war er immer ein Muslim gewesen also ein (Hanif). Hier ist eine Propheten familienkette, sie waren alle Muslime und frei von sünden.
Zwischen dem Begriff der Fitra und dem Wort Hanîf besteht eine enge Verbindung. Hanîf (pl. Hunafâ) bedeutet wörtlich „sich zuwenden, verlassen, umkehren“ und
bezeichnet eine denjenigen, der sich von anderen Religionen abwendet und der wahren Religion zuwendet. Im Koran wird diese Bezeichnung als Gegesatz zu Muschrik[1]
(derjenige, der Allah andere Götter beigesellt, Schirk begeht) verwendet und bekräftigt die Bezeichnung Muslim.[2] Beispielsweise wird der Prophet Abraham (a.s) als
Hanîf bezeichnet, da er sich vom Glauben seines Vaters abwendet und allein Allah hingibt: Im Koran wird uns mitgeteit, dass er weder Jude noch Christ war, sondern ein
Hanîf/Muslim.[3] Abraham (a.s) selbst hat sich als Hanîf/Muslim bezeichnet.[4] Demzufolge ist das Hanifentum ein Begriff, der den Kern der
Religiösität beschreibt: Während vor dem Islam mit Hanîf diejenigen bezeichnet wurden, die dem Propheten Abraham (a.s) folgten, wird es mit der Erscheinung des Islams synonym zu Muslim
gebraucht.[5] Der Prophet Muhammad (saw) sagte, dass er den Menschen auch das nachsichtige Hanifentum bringt[6] und diese Allah am liebsten
ist.[7] In einem sogennanten „Heiligen Hadith“ (Hadith Kudsî) teilt Allah mit, dass ihm jeder Mensch als Hanîf auf die Welt komme, doch der Satan die Menschen vom Weg
abbringe.[8]
„Hanīf werden“, die jenigen genannt, die der Religion Abraham a.s folgen bis zum Propheten Muhammed den er war ein Hanîf vor der Offenbarung.
[Ibn Hajar al-ʿAsqalānī, Fatḥ al-bārī, Band 1, s. 23]
-
[1] z. B. Sure Bakara, [2:135]; Sure Yûnus, [10:105]; Sure Hadsch, [22:31]
[2] Sure Âli Imrân, [3:67]
[3] Sure Âli Imrân, [3:65-67]
[4] Sure An‘âm, [6:67]
[5] Râğib al-Isfahânî, al-Mufradât, hanîf
[6] Musnad, V, 266; VI, 116, 233
[7] Buhârî, Îmân, 29; Tirmidhî, Manâkib, 32, 64
[8] Muslim, Dschanna, 63; Ahmad bin Hanbal, al-Musnad, IV, 162; Sahîhu ibni Hibbân bi-tartîbi ibn Balbân, Beirut 1414/1993, II, 422, 425
weitere Quellen sind: [Ahmad Zaynî Dahlan, as-Siratu’n-nabawiyya, Band 1/81; Suyutî, ad-Durru’l-Mansur, Daru’l-Fiqr, Band 7, s. 364; Sabunî, al-Muntaha Min Ismati’l-Anbiyâ, s.
274] usw
-----------------------------------------------------------------------------------
TÜRKCE:
"Hazret-i İbrâhim'den (a.s.) gelen ve Resûl-i Ekremi (a.s.m.) netice veren nûrânî silsilenin fertlerinin hiçbiri, hak dinin nûruna lâkayd kalmamışlar ve küfrün karanlıklarına mağlûp olmamışlardı.
Hiçbirinin temiz gönlü şirk ve küfür ile kirlenmemiştir."
[Mektubat s.397; Tecrid Tercemesi, 4/537]
İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.
[Sure 3:67]
Peygamberimiz (asv)'e İslamiyet gelmeden önce, Hz. İbrahim (a.s)’in Hanif dinine göre bir hayat sürüyordu. Ancak bu ibadetin nasıl ve ne şekilde olduğuna dair fazla bir bilgiye sahip
değiliz.
[Ahmed Zeynî Dahlan, es-SIretü’n-nebeviyye, I/81.]
Bununla beraber, hayatı boyunca hiçbir zaman putlara tapmaması, daima bir olan Allah’a inanıp ona yalvarması, belli günlerde Hira dağına çıkıp tefekkür ve zikir ibadetinde bulunması, bu
yansımanın birer örneğidir.
Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın, Arabistan’da çok perdeler altında cereyan eden Hanif dininden geriye kalanlar vardı. Peygamber Efendimiz (sav) bunlarla amel ediyordu. Ancak bunu yapmaya mecbur
ve mükellef değildi. Kendi ihtiyarıyla farz olmaksızın ibadet ederdi.
[Nursi, Mektubat, 23 Mektup]
Özetle söylemek gerekirse: Peygamberimiz (sav) İslamiyet'ten evvel, yine hak dinin vecibelerini yaşıyan muvahhid ve abid bir insandı. Hz. İbrahim (a.s)’in dininin devamcısı idi. Fakat mecburiyet
altında değil, iradesi ile ibadet ederlerdi. Bunda bütün tarih ve siyer kaynakları müttefiktir. Devamlı olarak Hira mağarasına çekilir, ibadet eder, dua ederlerdi. Hatta ilk vahiyde böyle bir
ibadet zamanında gelmiştir.
Nitekim İslamiyet’ten önce Arabistan’da Hanifler olarak bilinen ve İbrahim aleyhisselamın dininden geriye kalanlarla amel eden bir çok insan vardı.
Celaleddin es-Suyutî ed-Durru’l-Mensur adlı eserinde Hz. Ali’den (r.a) naklen şöyle bir rivayete yer verir: Hz. Peygamber (sav)’e ‘Hiç hayatında bir puta ibadet ettin mi?' denilince ‘Hayır’ dedi.
Sonra ‘Hayatında hiç şarap içtin mi?’ diye soruldu, ona da ‘Hayır’ dedi ve şöyle buyurdu: “Ben iman ve kitabın (tafsilatının) ne olduğunu bilmiyor olduğum zamanda bile daima ‘onların üzerinde
olduğu yolun küfür olduğunu’ bildim.”
[Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, Daru’l-Fikr, cilt 7, s. 364]
Nureddin es-Sabunî’nin şu ifadesini de aktarmakta yarar görüyoruz: Hz. Peygamber’in (s.a.s) herhangi bir zaman diliminde bir lahza dahi olsun Haktan, hidayetten sapmış olması caiz olmaz, zîrâ
böyle olsaydı, risaleti yüklenmeye layık olmazdı.
[Sabunî, el-Munteka Min Ismeti’l-Enbiyâ, s. 274.]
Peygamberler (aleyhimüsselâm), gerek vahiy sonrası gerekse öncesinde küfür (inkâr) ve şirk günahından masumdurlar. Bu konuda bütün Müslümanların ittifakı / icmaı vardır.
[Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 248; Sabunî, el-Bidaye, s. 53; Razî, Kitabu’l-Erbaîn fî Usuliddîn,Daru’l-Ceyl, s. 323; Taftazanî, Şerhu’l-Akâid, s. 170. Devvanî, Celal, 82;
Abdulcebbar, Kadî, el-Muğnî, 15, 303; el-Hayyat, el-İntisar, s. 71-72; Hıllî, İbn Mutahhar, Envâru’l-Melekût, Tahran 1338, s. 195.]