Anadolunun kapısını müslümanlara açan büyük İslâm kahramanı
SULTAN ALPARSLAN
Üzerinde yaşadığımız bu cennet vatanı bizlere armağan eden büyüklerimizden birisi de Sultan Alparslan'dır. İslâmın bu bahadır evlâdı Malazgirt'te kalabalık Bizans ordusunu perişan ederek
Anadolu'nun kapısını Müslümanlara açmıştır. Fetih ordusu da açılan bu kapılardan tekbirlerle girmiştir ve her karışını kanlarıyla sulayarak kendilerine yurt edinmişlerdir...
Selçuklu Devletinin ikinci büyük hükümdarı olarak tahta geçen Sultan Alparslan 20 Ocak 1029'da doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren babası Çağrı beyin yanında muharebelere iştirak etti. Cenk
meydanlarında kılıç sallayarak yetişti. Babasının sağlığında iken mert ve mahir bir kumandan olarak tanındı. Bizzat kumanda ettiği orduyla birlikte pek çok savaşlara katıldı ve zaferler kazandı.
Çağrı Bey, henüz sağlığında oğlu Alparslan'ı Horasan tahtına veliaht tayin etmişti. Çağrı Bey 1060'ta vefat edince Alparslan Horasan valisi oldu.
Alparslan, amcası Tuğrul Beyin 7 Eylül 1063'te evlad bırakmadan vefat etmesi üzerine, 7 Aralık 1063'te Selçuklu Beyleri tarafından tahta çıkarıldı ve kendisine biat edildi. Kısa zamanda
bütün Selçuklu beyleri ve Tuğrul Beyin veziri El-Kunduri de Alparslana biat etti (bağlılığını bildirdi). 27 Nisan 1064 günü Halife Kaim bi Amrillah'ın da hazır bulunduğu bir mecliste cülus
merasimi yapıldı ve Alparslan sultan ilan edildi.
Alparslan ilk icraat olarak, asayişi temin etti. İsyanları bastırdı. Devlet teşkilatına ve orduya çeki düzen verdi. Akabinde de fetih harekâtına başladı. 1064'te bir Hıristiyan krallığı olan
Gürcistan'ı fethetti. Kars'ı ve Ani'yi aldı.
Devleti için Bizanslıları devamlı bir tehdit unsuru olarak gören Alparslan, düşman üzerlerine gelmeden önce düşmanın üzerine gidilmesi yolunu seçti ve namlı kumandanlarını Anadolu'ya akınlara
gönderdi. Bunlardan, Gümüş Tekin, Afşin ve Ahmed Şah Anadolu içlerine daldılar ve Bizans ordularını bozguna uğrattılar.
Afşin Bey 1067'de Malatya civannda çok kalabalık Bizans ordusunu bozguna uğratmış, Kayseri'yi fethederek Orta Anadolu'ya kadar ilerlemişti.
Afşin Bey 1069 senesinde de Anadolu'da Bizans ordusunu bozguna uğratarak akınlara devam etmiş ve Ege sahillerine kadar ilerlemiştir.
Alparslan, Kutalmışoğlu Süleyman Şah'a da Anadolu'nun fethini emretmişti. Bu namlı kumandan aldığı emir üzerine süratle Anadolu'ya dalmış ve fetih harekatlanna başlamıştı.
Selçukluların Anadolu'da üst üste kazandıkları zaferlerden ürken Bizanslılar, kesin netice almak için büyük bu ordu hazırlamışlardı. İki yüz bin kişilik bir büyük ordunun başına imparator Romanos
Diogenes geçmişti. Niyetleri Müslüman Türkleri Anadoludan çıkarmak, hatta bütün Selçuklu topraklarını ele geçirerek bu devleti ortadan kaldırmaktı. Bu niyetle yola çıkmışlardı ve kendilerinden de
son derece eminlerdi. Böyle kalabalık bir orduya kimsenin karşı koyamayacağını zannediyorlardı.
Bizans ordusu şarka doğru ilerlediği esnada Alparslan Halep civannda bulunmaktaydı. Niyeti, bütün Suriye'yi fethetmekti. Bizanslıların Anadolunun doğusundaki yerleri ele geçirip Azerbaycan'a
girmek maksadıyla ilerlediklerini haber alınca ordusunun bir bölümünü Suriye'nin fethi için bırakıp kalan 54 bin kişilik kuvvetle süratle yola çıktı. Fırat'ı geçip, Diyarbakır yoluyla Ahlat'a
doğru hareket etti. Bu esnada Bizans ordusu Malazgirt'e gelerek kaleyi ele geçirmişti.
Sultan Alp Arslan, Buharalı İmam Muhammed Bin Abdülmelik'in tavsiyesi üzerine muharebeyi Cuma gününe denk getirmişti. 26 Ağustos 1071 Cuma günü bütün İslam beldelerinde ve Malazgirt ovasında
kılınan Cuma namazında halifenin gönderdiği şu hutbe ve dua okunmuştur:
"Allahım! İslâmın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahidlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alp Arslan'ı düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini
meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu
öylece koru ve düşmanlarını kahret!"
Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazından sonra bütün erler bir birleriyle helallaşmıştı. Alparslan beyaz bir elbise giymişti.
Toplanan askerlerin yanına gelen Alparslan, atından inerek secdeye varmış ve Âlemlerin Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu:
'Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Allahım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni
kahret!"
Sultan Alparslan daha sonra askerlerine dönerek şöyle demiştir:
"Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamiyle O'nun elindedir. Bu sebepten benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz."
Askerler heyecanla, hep bir ağızdan; "Asla emrinden ayrılmayacağız!" diye haykırmışlardı. Alparslan konuşmasına şöyle devam etmiştir:
"Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman
çoğunlukta olmak üzere, böyle bekliyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice
hasıl olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir. Bugün burada ne emreden
bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım."
Bu konuşmasından sonra oku, yayı atarak kılıcını sıyıran Alparslan, "Bismillah!" diyerek en ön safta düşmana doğru at sürmüştür. Kumandanlarının arkasından şimşek gibi Bizans ordusu üzerine
atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti. Gün boyu devam eden savaş neticesinde müslümanlar kesin zaferi kazanmış, kılıç artığı Bizans askerleri yüz geri kaçmağa başlamışlardı. İmparator
Diogenes esir alınmıştı. İmparator, Sultan Alparslan'ın huzuruna getirildi. Muzaffer padişah esir imparatorun ellerini çözdürdü ve yanına oturttu. Esir imparatora misafiriymiş gibi davranıyordu.
Sohbet esnasında İmparator'a sordu:
"Ey Rum Kayzeri, ben senin eline esir düşmüş olsaydım, bana nasıl muamele ederdin? Diogenes:
"Kamçılattınrdım" diye cevap verdi. Alparslan:
"Şimdi, benim size nasıl bir muamelede bulunacağım tahmin ediyorsunuz?"
"Ya öldüreceksiniz, yahut da bir harp esiri sıfatıyla bütün Selçuk ülkesini dolaştıracaksınız. Çok zayıf bir ihtimale göre de, benden bir kurtuluş akçesi ve rehineler aldıktan sonra serbest
bırakacaksınız."
Alparslan bu cevab karşısında tebessüm etmiş ve Diogenes'e: "Bilemediniz. Düşündüğünüzün hiçbirisini yapmayacağım. Sizi karşılık beklemeden serbest bırakacağım" demiştir.
Alparslan, Diogenes'e bol miktarda altın para verdi ve yanına muhafızlar katarak İstanbul'a kadar emniyetle gitmesini temin etti.
Malazgirt zaferi üzerine Anadolunun kapısı Müslümanlara açılmıştı. Bu cennet belde kısa zamanda tevhid ehli ile dolacak, tekbirlerle nurlanacaktı.
Alparslan 1072'de Mâverâünnehir civarında fetih hareketlerine girişti. Fethettiği bir kalenin komutanı olan Yusuf Harezmî tarafından hançerlendi. Aldığı bu hançer yarasından kurtulamadı ve 25
Ekim 1072'de şehid olarak baki âleme göçtü. Cenazesi Merv şehrine götürülerek oraya defnedildi.
Mahir bir kumandan ve müdebbir bir idareci olan Alparslan İslâmiyeti harfiyyen yaşamaya gayret etmiş ve İslamiyetin kazandırdığı güzel ahlakla milletine örnek olmuştur. Düşmanlarını bile
affetmesiyle, üstün ahlakını göstermiştir.
Alparslan, veziri Nizamülmülke geniş selahiyetler vererek memleketin baştan başa ilim ve irfan güneşiyle aydınlanmasına çalışmıştır. Hakkı tebliğ etmek ve yaymak için bütün imkanları seferber
etmiş, Müslümanlara yönelen tehlikeleri bertaraf etmek için hayatını ortaya koymuş, cihaddan cihada koşmuştur.
Yahya Kemal'in "Alparslan'ın Ruhuna Gazel' şiirini hatırasını yâd maksadiyle naklediyoruz...
"İklîm-i Rûm'u tuttu cihangir savleti Tarîh o işde gördü nedir şîr savleti
Titretti arş ü ferşi Malazgird önündeki Çüş ü hurûş-ı rahş ile şemşîr savleti
On yılda vardı sahil-i Kostantaniyye'ye Yer yer vatan diyarını teshir savleti
Ey şanlı cedd-i ekberimiz ab-ı tigınin Bî-hadd imiş güneş gibi tenvir savleti
Tasvir eder mi böyle şehinşâhı ey Kemâl Şimşekten olsa şi'rde ta'bir savleti"
SULTAN ALPARSLAN
Wer war Sultan Muhammed Alparslan (Alparslan)?
Sein Spitzname war "Sultân-ul 'âlam". Sein Vater war Davud Çağrı Bey. Dieser war wiederum der Sohn von Mikâîl b. Selçuk At-Turkî. Sultan Alparslan war Herrscher von großen Ländereien. Nach seinem
Onkel Tuğrul Bey war er für 7 Jahre, 6 Monate und einige Tage Herrscher der Seldschuken.
Er war ein gerechter Herrscher. Die Menschen behandelte er gut. Er war freundlich und zeigte auch Mitgefühl. Gegenüber den Waisen hatte er ein besonders weiches
Herz.
Zu seinen Familienangehörigen, Freunden und zu seinen Arbeitern war er wohltätig. Den durchgehenden Segen den er (von Allah) erhielt, entgegnete er mit viel 'Adʿiyah (Bittgebeten). Er war sehr
großzügig. Jeden Ramadan spendete er den Waisen 15.000 Dinar. Er beschlagnahmte Niemanden sein Hab und Gut (Besitz). Die Steuern nahm er in zwei Raten an. Dies tat er aufgrund seiner
Barmherzigkeit. Es war für ihn von hoher Wichtigkeit den Besitz des Volkes zu schützen.
Sultan Alparslan hinterließ nach seinem Tod Kinder Namens Melikşah, Ayaz, Nekşer, Böribars, Arslan, Argu, Sara, Aişe und ein Mädchen, dessen Name wir (İbn Kathir) nicht kennen. Sultan Alparslan
ist im Alter von 41 Jahren gestorben. Er wurde In der Stadt Ray (im heutigen Iran) neben seinem Vater beerdigt. wurde er neben seinem Vater beerdigt. Möge Allâh sich seiner erbarmen.
[İbn Kathir, Al-Bidaya Wa'n-Nihaya, Band 12, seiten 228-229]
Heute vor 944 Jahren, am 26. August 1071, fand die Schlacht bei
Manzikert (tr. Malazgirt Meydan Muharebesi) zwischen Sulṭân (Ḍiyâ' ud-Dîn 'Aḍud ad-Daula Abû Şuǧâ' Muḥammad) Alp Arslan und den Byzantinern unter Kaiser Rômanós IV. Diogénēs statt.
Heute vor 952 Jahren, am 4. September 1063, starb der
Gründer des seldschukischen (tr. Selçûkiler/ ar. Salǧûqiyân) Reiches, Sulṭân (Rukn ad-Dîn Abû Talîb Muḥammed) #Tuğrul Bey (bin Mîkâ'îl bin Salǧûq bin Duqâq).
(Allgemeine İnformationen über Tuğrul Bey)
Tuğrul Bey war der Anführer der Seldschuken in der Schlacht von Dandânqân (tr. Dandânakân Meydan Muharebesi), und er war derjenige, der im Jahre 1055 die
Herrschaft der schiitischen Buyiden (tr. Büveyhîler/ ar. Banû Bûyah) über das sunnitische Abbâsiden-Ḫalîfat in Bağdad beendete.
Er ist der Enkel von Selçûk Bey, vom Stamm Kınık der Oghusen (tr. Oğuzlar). Als sein Vater Mîkâ'îl in einer Schlacht fiel, ist er bei seinem Großvater aufgewachsen. Seine Kindheit hat er in Jend
(Stadt) verbracht. Als die Ġaznavîden seinen Onkel Arslan Yabgu gefangen genommen hatten, bestieg er im Jahre 1025 den Thron. Er heiratete Altun Can Ḵh̲âtûn (tr. Hâtûn).
Auf der Suche nach einem neuen Zuhause für die Seldschuken, wanderten die Türken nach Ḫorasan aus. İn den Jahren 1028-1029 eroberte er mit seinem Bruder Çağrı Bey die Städte Margiana (tr. Merv)
und Nischapur (tr. Nişabur). Er organisiert Expeditionen gegen die Städte Buḫâra und Balkh (tr. Belh). 1038 ernannte er sich in Nischapur zur Sulṭân. Seinen Bruder Çağrı Bey machte er zur
Gouverneur von Ḫorasan und eroberte einen großen Teil des İran und erstreckte den seldschukischen Reich bis nach Anatolien.
1060 beendete er die Rebellion des İbrâhîm Yinal und befreite Bagdad (tr. Bağdad) von den Händen der schiitischen Faṭimiden (tr. Fâṭımîler/ ar. Fâṭimiyûn). Tuğrul Bey brachte den
Abbâsiden-Ḫalîfen >Al-Qâ'im bi-Amri 'llâh< (tr. Hâlife Kaim) zurück nach Bagdad, inthronisierte ihn erneut als Ḫalîf und heiratet seine Tochter >Sayyida Fâṭima al-Batûl<. Der Ḫalîf
Al-Qâ'im gab ihm die Titel "Rukn ad-Dîn"* und "Mâlik 'ul-Maşrik wa 'l-Maghrîb"**
Am 4. September 1063 starb Tuğrul Bey kinderlos und wurde im heutigen İran in der Stadt Rey beerdigt. İhm folgte sein Neffe Sulṭân (Ḍiyâ' ud-Dîn 'Aḍud ad-Daula Abû Şuǧâ' Muḥammad) Alp
Arslan.
*Stütze des Glaubens
**Der Herrscher des Ostens und des Westens
Folgende Quellen wurden hier benutzt:
[Ṣadr ad-Dîn Ḥosaynî, Aḵbâr ad-Dawla al-Salǧûqiyâ, Eqbâl Verlag, Lahore, 1933, S. 4-10/13/17-18/22/26-29 Bosworth, 1968, The Political and Dynastic History of the İranian World (A.D.
1000-1217)", The Cambridge History of İran, Band 5, Kapitel: The Saljuq and Mongol periods, S. 202 Klaus Kreiser Christoph Neumann, Kleine Geschichte der Türkei, 2009, S.
36-38]
Sulṭân (Ğalâl ad-Dawla wa ad-Dîn Muiz'ud-Dîn Abû
al-Fatḥ Hasan) Melikşâh, der Herrscher des islâmischen seldschukischen (tr. Selçûkiler/ ar. Salǧûqiyân) Reichs, während dieses im Zenith (Höhepunkt) seiner Macht stand, behandelte die Menschen in
den eroberten Gebieten mit großer Toleranz und Barmherzigkeit und verblieb somit mit Respekt und Liebe in ihrem Gedenken. Viele objektive Historiker weisen in
ihren Arbeiten auf Melikşâh's Gerechtigkeit und Toleranz hin. Seine Großmut gewann ihm die Liebe der Juden und Christen. Aus diesem Grund unterwarfen sich viele Städte aus freiem Willen
Melikşâh's Herrschaft, was beispiellos in der Geschichte ist. Sir Thomas Arnold erwähnt auch Odo de Diogilo (Odo von Deuil), einen französischen Benediktinermönch des St. Denis Ordens, der als
der persönliche Seelsorger von Louis VII am zweiten Kreuzzug teilnahm, und in seinen Memoiren auf die Gerechtigkeit hinwies, die von den Muslimen geübt wurde, ohne Ansehen der
Religionszugehörigkeit der Untertanen. Auf der Grundlage der sehr bildlichen Ausführungen von Odo de Diogilo, schrieb Sir Thomas Arnold folgendes:
"Die Situation der Überlebenden wäre völlig hoffnungslos gewesen, hätte nicht der Anblick ihres Elendes die Herzen der Muselmanen zu Mitleid bewogen. Sie pflegten die Kranken und erleichterten
das Los der Armen und Hungernden mit großmütiger Freundlichkeit. Einige kauften sogar das französische Geld, welches die Griechen den Pilgern durch Zwang oder Tücke abgenommen hatten, und
verteilten es großzügig unter den Notdürftigen. Der Kontrast zwischen der freundlichen Behandlung, welche die Pilger von den Ungläubigen* empfingen und der Grausamkeit ihrer Mitchristen, der
Griechen, die ihnen Zwangsarbeit auferlegten, sie schlugen und des Wenigen, das sie noch hatten, beraubten, war so groß, dass viele von ihnen freiwillig den Glauben ihrer Befreier annahmen. İn
den Worten des alten Chronikers (Odo de Diogilo): "İndem sie ihre Glaubensbrüder verließen, die so grausam zu ihnen gewesen waren, fanden sie Sicherheit bei den Ungläubigen*, die ihnen
Barmherzigkeit entgegenbrachten, und, wie wir hörten, schlossen sich mehr als dreitausend den Türken an, als diese abzogen."
Diese Erklärungen der Historiker bestätigen, dass die muslimischen Herrscher, die die wahre Moralität des İslâm's verinnerlicht hatten, immer mit Toleranz, Barmherzigkeit und Gerechtigkeit
regierten. Ebenso ist die Geschichte des 'Os̲mânischen Reiches, dessen Herrschaft sich jahrhundertelang über Länder in drei Erdteilen erstreckte, reich an Beispielen der Toleranz.
[Geste Francorum, or the Deeds of the Franks and the Other Pilgrims to Jerusalem, Übersetzung von Rosalind Hill, London, 1962, S. 91
Die Chronik des Odo de Diogilo >De profectione Ludovici in orientem<]
*Mit Ungläubigen meint der Mönch Odo de Diogilo die >Muslime<