Wir sind nicht gegen Aleviten oder gegen Shiiten* es sind unsere geschwister, nur muss gesagt werden, dass manche Aleviten sich nicht als Muslime bezeichnen und lehnen sehr vieles ab von dem Islamischen gesetzen, somit fallen sie von der Ahlu sunnah wal jamah. Wir sind auch nicht gegen Schiiten die, die Sahaba nicht verfluchen und verunglimpfen. Alles was darunter ist, akzeptieren wir nicht.
Wir sind gegen jene die sich der Ahlus Sunnah wiedersprechen, sowie die Sahaba feinde.
Die Abu Bakr (radıyallâhu anh) und Omar (radıyallâhu anh) verfluchen und die Mutter der gläubigen Aischa (radıyallâhu anhâ) beschimpfen.
_________________________________
[*Es soll sich niemand angegriffen fühlen. Diejenigen die, die Sahaba beschimpfen und verfluchen diese sind von dem weg des Propheten (sallallahu alayhi wa sallam) ganz weit weg. Es geht hier
grundsätzlich nur um diejenigen die, die Sahaba beleidigen. Auch jemand der sich "sunnite" bezeichnet der aber die Gefährten des Propheten oder die Ahlu bayt beleidigt fällt auch in diese
Kategorie]
Imām Aḥmad bin Ḥanbal (Raḥimahullāh) sagte:
وقال الإمام أحمد : إذا رأيت الرجل يذكر أحداً من أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم بسوء : فاتهمه على الإسلام .
„Falls du jemanden sehen solltest, welcher schlecht über die Gefährten des Gesandten Allāhs (Segen und Frieden auf ihm) spricht, so zweifel an seinem Islām.“
[al-Lālikāʾī, as-Sunnah, Nr. 2359]
Aṭ-Ṭabarānī überliefert von Ibn ‘Abbās
(radiyallahu ‘anh), dass der Gesandte Allāhs ﷺ gesagt
hat:
„Der Fluch Allāhs, der Engel und aller Menschen sei auf
jenen, die meine Gefährten beleidigen.“
[Aṭ-Ṭabarānī, Al-Kabīr,
Nr.13588]
Unser Prophet sallallahu ‘alayhi wa sallam sagt: „Haltet euch fern von den Streitigkeiten meiner Gefährten!“
Ferner sagte er: „Wenn meine Gefährten erwähnt werden, hütet eure Zunge!“
Auch sagte er: „Wenn meine Gefährten erwähnt werden, fürchtet euch vor Allah, fürchtet euch vor Allah und nehmt sie nicht als Ziel.“
Imam Hâssan (Radiyallâhu anh) sagte: "Als Amîr Al-Mu'mînîn Alî ibn Abî Tâlib (Radiyallâhu anh) nach der Schlacht von Ṣiffîn zurückkehrte, sagte er: "O ihr Menschen! Sieht die Führung Mu'âwiya's
nicht als schlecht an, denn fürwahr, wenn ihr ihn verliert, werdet ihr die Köpfe der Menschen fallen sehen, wie Wassermelonen von ihren Schultern auf den Boden fallen."
[Sharah Aqîdat ul Wâsitiyah s. 458. İmâm aḏ-Ḏahabî, Tarikh al-İslâm 2/378 & Sîyar A'lâm an-Nublâ' (3/144); İbn Abi Shâyba, Mûsannaf Nr. 37843, Abdullâh ibn
Aḥmad, as-Sunnah Nr. 1283, Abû Nu'aym, Ma'rifatus-Sahaba 5/2497, Al Bâyhaqi, Dalâil An-Nubûwwa 6/466 Al-Lalakai, İtiqadu ahlî Sunnah (No: 2800); İbn Asâkir, Târîkh Dımashk (59/61); İbn Kaṯîr,
Al-Bidâyah wa'an-Nihâyah (9/233); İmâm Suyûṭî, Al-Hasâisu'l-Kubra (2/172, 209)]
auch bei İbn Taymiyya in seiner [Minhaj as-Sunnah
(6/209)]
Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ashâbıma sövmeyin” buyuruyor ama peşi sıra
bunun sebebini açıklarken: “Sizin biriniz Uhud Dağı kadar altın infâk etse, onların verdiği bir ölçeğe, hatta yarım ölçeğe dahi ulaşamaz”
[Buhârî, Menâkıb:5, no:3470, 3/1343] buyurarak onların faziletini beyan ediyor.
-
Yine böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve
Sellem)sahabeyi sevmemizi emrediyor. Yani sövmemek yetmiyor sevmek icap ediyor. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sizi nimetleriyle yedirip içirdiği için Allâh’ı sevin, Allâh’ı
sevdiğiniz için (O’nun hatırına) beni sevin, benim sevgim (hatırı) için de sahâbemi sevin”
[Tirmizî, Menâkıb:32, no:3789, 5/664]
buyuruyor.
-
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde konuyu daha da ileri götürerek
onları sevmeyi kendisini sevmenin alâmeti, onları sevmemeyi ise kendisini sevmemenin delili sayıyor.
Nitekim:“Ashâbım hakkında Allâh’tan sakının
Allâh’tan.!Benim ardımdan onları tenkit oklarınıza hedef yapmayın. Onları seven beni sevdiği için onları sevmiştir. Onları sevmeyen beni sevmediği için onları sevmemiştir. Onlara eziyet eden
elbette bana eziyet etmiştir. Bana eziyet eden de muhakkak Allâh’a eziyet etmiştir. Allâh’a eziyet edeni ise Allâh’ın yakalaması yakındır”
[Tirmizî, Menâkıb:59, no:3862, 5/696; Ahmed ibni Hanbel,
no:20578, 34/185; İbni Hibbân, es-Sahîh, no:7256, 16/244] hadîs-i şerîfinde bu hususu açıkça bildiyor.
-
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur: “Yâ Rabbi! Onu (Muaviye’yi)hidayete ermiş ve hidayete ulaştıran biri eyle.”
[Tirmizî, Menâkıb:48, no:3842,
5/687]
-
Diğer bir hadîs-i şerîfinde ise şöyle buyurmuştur:“Yâ
Rabbi! Muâviye’ye kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan koru.”
[Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:17192,
4/127]
-
Burada bütün bu hadîs-i şerîfleri göz ardı etsek bile Hadid
Sûresi’nin:
İçinizden Mekke fethinden önce infak ve cihat edenler(diğerleri
ile)eşit olamaz.İşte onlar daha sonra infak ve cihat edenlerden derece bakımından daha büyüktürler.
Gerçi Allâh (sahâbeyi kirâmın) hepsine de o en güzel (mükâfat olan
cennet)i söz vermiştir. (Hadid Suresi 10)âyet-i kerîmesini göz önünde bulundurduğumuzda, bu âyet-i kerîmenin sarih vaadiyle cennet sözü almış
-
-
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin sahabe hakkındaki
görüşleri:
A) 1. cildin, 80. mektubunda İmâm-ı
Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Ashâb-ı kirâma dil uzatmak gerçekte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi
ve Sellem)e dil uzatmaktır. Ashâb-ı kirâma saygı göstermeyen, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e iman etmemiştir. Çünkü onların kötü olduğunu varsaymak , onların arkadaşı olan (Rasûlüllâh
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in dekötü olduğunu kabullenmek sonucunu doğurur ki, bu denli çirkin bir itikattan Allâh-u Te‛âlâ’ya sığınırız.
Bu arada Kur’ân ve hadisler yoluyla bize ulaşan şeriat hükümleri
ancak sahâbe-i kirâm vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Şayet sahabe ayıplanırsa onların yapmış olduğu nakillerin de ayıplı ve kusurlu olması gerekir. Bu nakil işi de sahabenin bir kısmına has
değildir.
Bilakis sahabenin hepsi adalette, doğrulukta ve tebliğ işinde
eşittir. Hangisi olursa olsun sahâbe-i kirâmdan bir tanesine dahi dil uzatmak, dine ta‛n etmek demektir ki bu denli çirkin bir duruma düşmekten Allâh-u Te‛âlâ’ya
sığınırız.
(Özellikle Hazreti Muâviye gibi birçok sahih kaynakta hadisleri
rivayet edilen bir sahâbîye ta‛n etmenin en gibi sonuçlar doğuracağı iyi düşünülmelidir.)
…………
Dinin temel kurallarına göre sahâbenin hepsine tâbi olmak
vaciptir. Çünkü dînî asıllarda sahabe arasında ihtilaf yoktur. Sahabenin ihtilafı yalnızca ayrıntılardadır. Sahâbenin bazısına dil uzatan kişi, onların tümüne tâbi olmaktan
mahrumdur.
Şeriatı bize ulaştıran, ashâbın tümüdür. Çünkü ashâbın hepsi
adalet sahibidir ve her biri bize şeriattan bir şey ulaştırmıştır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm de her birinden bir veya daha fazla âyet alınarak toplanmıştır. O halde onların bazısını inkâr
etmek, Kur’ân-ı Kerîm’i ulaştıranları inkâr etmek demektir. Böyle olunca (sahabeden bazılarının adalet ve güvenilirlik) inkâr eden kimsenin şeriatın bütün hükümlerini yerine getirmesi mümkün
olmaz. Bu durumda felah ve kurtuluş nasıl mümkün olabilir?!”
B) 1. cildin, 120. mektubunda ise İmâm-ı Rabbânî
Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Görmüyor musunuz? Sahâbe-i kiram, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi
ve Sellem)ile sohbetleri sebebiyle peygamberler dışında herkesten üstün oldular. Kendilerinin dışında olanlar ister Veysel Karanî (Radıyallâhu Anh) olsun, isterse Ömer ibn-i Abdilaziz
(Radıyallâhu Anh) olsun (hepsi de sahabeden aşağı derecededir). Halbuki bu zatlar en üst derecelere kadar ulaşmışlar ve bu sohbetin dışında tüm kemâlâtın zirvesine ermişlerdir.Yine de sahabe
mertebesine ulaşamamışlardır.
…………
Şüphesiz bu sohbet (Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem ile beraber olmak)
sebebiyle Muâviye (Radıyallâhu Anh)ın hatası bunların sevabından daha hayırlı, Amr ibni Âs (Radıyallâhu Anh)ın yanılması da bunların bilinçli yaptıkları iyi işlerden daha üstün
olmuştur.
Çünkü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i görmek, vahye
şahit olmak ve mucizelere tanıklık etmek gibi faziletlere ermek suretiyle bu yüce insanların imanı, şuhûdî(görmeye dayalı) olmuştur. Onların dışındakilerde ise, diğer tüm kemâlâtın asılları
olan bu üstünlükler bir araya gelmemiştir.”
C) 1. cild, 207. mektubunda da İmâm-ı
Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Allâh’ın hiçbir velî kulu, hatta gayet ulvî derecesine rağmen
Veysel Karanî Hazretleri bile, sahâbe-i kiram efendilerimizden mertebesi en aşağıda olanın (Hazreti Vahşi’nin)derecesine dahi erişemez. Çünkü o (Veysel Karani)beşerin en hayırlısının sohbetinde
bulunamamıştır.
(Ehl-i Sünnetin imamlarından olan) Abdullah ibni Mübarek
(Radıyallâhu Anh)a: ‘Muâviye mi, yoksa Ömer ibn-i Abdilaziz mi daha hayırlıdır?’ diye sorulduğunda, o: ‘Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ile beraberken Muâviye’nin atının burnuna giren toz
bile, Ömer ibn-i Abdilaziz’den kat kat daha üstündür’ demiştir.”
D) 1. cild, 251. mektubunda İmâm-ı
Rabbânî Hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor:
“Mevâkıf şârihinin Âmidî (Rahimehullâh)dan nakline göre; Cemel ve
Sıffîn vakalarında Hazreti Ali’nin karşısına çıkanlar hata üzereydiler, hak Hazreti Ali tarafındaydı. Lakin bu hata ictihada dayalı olduğu için muhaliflerin tenkid edilmesini gerektirmez ve
onlara sorumluluk yüklemez.”
İmâm-ı Rabbâni Hazretleri’nin bu beyanı ve nakli Hazreti Muâviye
ve etrafı hakkında ictihadda hata kavramını bildirmiş olup:“İctihad makamında olan bir hâkim verdiği bir kararda isabetli olursa, kendisi için iki ecir vardır. Hata ederse bir ecir
alır”
[Buhârî, İ‛tisâm:21, no:6919, 6/2676] hadîs-i şerîfi de
onlara azap şöyle dursun, aksine bir ecir tespit etmiştir.